12 Şubat 2012 Pazar

Prof. Dr. Hüsnü Göksel (1919-2002)


Hayatı
1919 yılında Bandırma'da doğan Göksel, 1943 yılında İstanbul Üniversitesi'nden mezun oldu. 1950 yılında Gülhane Askeri Tıp Akademisi'nde Genel Cerrahi Uzmanı, 1951-53 yıllarında Gülhane Askeri Tıp Akademisi'nde, 1953-55 yıllarında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde Genel Cerrahi Başasistanlığı yaptı. 1956 yılında Üniversite Doçenti oldu. 1956-60 yıllarında Amerika Birleşik Devleti Columbia Üniversitesi'nde Kanser Cerrahisi ve Cerrahi Patoloji eğitimi gördü. Yurda dönüşünde Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Bölümüne Doçent olarak girdi. 1961-65 yıllarında Ahmet Andiçen Kanser Hastanesi'nin kuruluş, çalışma ve eğitimi ile görevlendirildi. 1965 yılında Hacettepe Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Profesörü oldu. 1986 yılında isteği ile emekliye ayrılarak o zaman Organ Nakli Hastanesi olan şimdiki Başkent Üniversitesi'ne geçti. 1984-88 yılları arasında Türk Tabipleri Birliği Yüksek Onur Kurulu Üyeliği de yaptı.



16 Nisan 1919 yılında Bandırma’da bir askeri hekimin oğlu olarak doğar Hüsnü Göksel. Babasını doğduktan sonra uzun süre yanında göremez. Tıpkı doğduğu yerden gelen ZİTO VENİZELOS* sesleriyle uzaklaştığı gibi babası da Anadolu’dan gelen aynı seslerle Yunan adalarında başlayan esaret günlerine başlar.
''Yunan bayrakları, Yunan askerleri vardı o kasabada, hüzün vardı ve sen vardın. Mustafa Kemal Paşa idi adın ve o zaman Kemal Paşa olarak geçerdi dualar arasında. Tek umut ışığı idin Kurtuluş için. Küçücük kafamın içinde kocaman bir insandın sen, insanüstü idin, tek başına düşmanlara karşı dövüşüyordun.
Onları yenip esaretteki babamı getirecektin bana. Bu kadarcıktı beklentim senden. Resmini görmemiştim ama biliyordum, duyuyordum, yüzün güzeldi. Öyle olmasa şarkılar söylenir miydi güzelliğin için;
Dünyalara bedeldir mah cemalin
Allah’ıma emanettir Kemal’im, diye?
Kasabamızda Rumlar sadece Kemal derlerdi sana. Bir gün ben balkonda oynarken bitişik balkondaki Rum komşu hanım, anneme seslenmişti
- Komşu, bizimkiler Kemal'i esir almışlar, yaralıymış...
Annem hiç yanıt vermeden elimden çekip içeri almıştı beni. Kemal Paşa da esir olduğuna göre, demek babam dönmeyecekti artık. İçin için ağladığımı anımsıyorum. Umarsızdım. Bütün gece dualar edilmişti senin sağlığın için, Allah’ıma emanettin Kemal’im.''
Komutan mı? Kaymakam mı? Derken babasının Türkiye’ye esirlikten kurtulup gelmesiyle fikrini değiştirir. Silivri iskelesinde günlerce beklediği babasının gelmesiyle komutan ve kaymakamın ona duyduğu saygı onu askeri hekim olmaya yönelir.
Babasının tayini nedeniyle Erzincan’da ilkokula başlar. Sonrasında yine bir tayinle Ankara’ya gelir. Hacettepe’yle tanışıklığı bugünlerde başlar. Hamamönü’ndeki İnönü İlkokulu’nda 4.sınıfa kayıt olur. Ortaokula başladıktan sonra yine babasının tayini çıkar ve yıllar sonra Kenan Evren Anadolu Lisesi ismini alacak Kadıköy Ortaokulu’nda öğrenimine devam eder. Bu çok uzun sürmez.
Hayatının büyük kısmını geçireceği Hacettepe’yle yolları gene kesişir. Karacabey Hamamı’nın önündeki yeni evlerinde Ankara Erkek Lisesi orta kısmına devam eder.
Ankara Erkek Lisesi’ne devam ederken Hüsnü Göksel’in yazılarında ve hayatında önemli yer tutan Askeri Dikimevi‘nin bulunduğu semtteki Musiki Muallim Mektebine (sonraki ismiyle KONSERVATUAR) yakın bir eve taşınırlar. Orada oluşan sanatçı dostlukları onu ömrü boyunca yalnız bırakmayacak, konserlerde, değişik sanatsal etkinliklerde kendisini gösterecektir.
Yazın çevrelerine ilk adımını Ankara Erkek Lisesi’nde Orhan Veli, Oktay Rıfat ve Melih Cevdet Anday’ın çıkarmış olduğu SESİMİZ dergisinde çıkan şiir ve yazıları ile atar.
Hüsnü Göksel, Ankara Erkek Lisesi’nden yazı yazdığı Sesimiz dergisini çıkartan Orhan Veli’ye bir şiirle seslenmiştir.
Miras
Orhan Veli'nin anısına
Dedem bu şehirde aşık oldu
Eleni'ye
İftardan sonra
Samur kürkünü giyip gittiği kahvede
Dinlerken incesazdan
Suzidilârâ faslını
Ya da dinler görünürken
Sultan Mahmut'un tebdil öykülerini
Sahura kadar
Hep
Eleni'yi düşünürdü


ATATÜRK
1937 yılında FKB dersleriyle Darülfunun’dan kısa bir süre önce yapılan reformla dönüştürülmüş üniversiteye başlayan Hüsnü Göksel için 1938 sonbaharı tüm Türkiye için olduğu gibi çok zor geçer. Ve bir kasım günü Beyazıt Kulesi’ndeki bayrağın yarıya indirilmesi ile acı haberi alır.

Hüsnü Göksel, Dolmabahçe’den Karaköy’e yürüyen kortejin önünde Tıp Fakültesi temsilcisi olarak yürüyüşe geçer ve vapurla boğazı geçtikten sonra katafalkla beraber Anadolu’nun kalbine yüksek Haydarpaşa merdivenlerini tırmanarak yol alır; çünkü İstanbul bilirdi ki  Anadolu olmasaydı var olamazdı, ona ihtiyaç duymaktaydı. O nedenle merdiven çıkılarak ulaşılmalıydı.
Hacettepe ile yolları bu üzücü zamanda bile kesişmektedir.  Atatürk’ün 21 Kasım 1938 günü Hacettepe yakınlarındaki Etnoğrafya Müzesi’nde başlayan geçici konukluğu, tanıklık eden Hüsnü Göksel’in başasistan olarak imzasının olduğu bir yazı ile 15 yıl sonra tamamlanmış ve ebedi istirahatgahı Anıtkabir’de sonlanmıştır.
"Ama hepimiz 'Atatürkçüyüz' sevgili Atatürk'üm. Senden korktuğumuz için bir 'şekil Atatürkçülüğü' icat ettik. Olur olmaz her yere senin adını veriyoruz. Seni öldürürken yine senden güç alıyoruz. Seni öldürürken bile önümüzdeki kürsüde büstlerin, arkamızdaki duvarlarda resimlerin eksik olmuyor. (...) Ne yapıyorsak senin adına, senin arkana saklanarak yapıyoruz. Utanıyorum, Atatürk'üm, söylemeye utanıyorum. Utancım bir mıh gibi kalbime saplanıyor.". Bundan sonra yazılarımda, konuşmalarımda senden alıntı yapmayacağım. Davranışlarımda, eylemlerimde seni yanıma almayacağım. Bundan sonra sensiz olacağım. Sen bana kendini emanet etmedin. Sen bana, benim gibi bugün hâlâ 20 yaşında olan Mustafa Kemal'lere Cumhuriyeti emanet ettin, laik Türkiye Cumhuriyeti'ni. Ona sahip çıkacağım. O, benim Cumhuriyetim, benim laik Cumhuriyetim. Ona sensiz, senden güç almadan, senin gölgene sığınmadan sahip çıkacağım, koruyacağım onu. Senin yola çıkarken söylediğin gibi 'Dağ başını duman almış'..."

CEYHUN ATUF KANSU
İstanbul’daki Tıp Fakültesi yıllarında Ankaralı öğrencileri bir araya gelmesine öncülük etmeyi seven Hüsnü Göksel’in o günlerden tanıştıklarından birisi de DÜNYANIN BÜTÜN ÇİÇEKLERİNİ GETİRİN şiirini hepimizin bildiği Dr.Ceyhun Atuf Kansu’dur. Çocuk Hastalıkları hekimi olarak yarattığı şiir ve yazılarının yanı sıra Hacettepe’de birlikte çalışacağı Çocuk Ruh Sağlığı Hekimi Dr. Bahar Gökler’in de babasıdır.
“Çılgınlığın, kırımın günleridir. 8 Ocak 1976 sabahı Hacettepe Üniversitesi önünde vururlar Nuray Erenler 'i. Gencecik kız öğrencinin boynuna saplanır kör kurşun. Atatürk Heykeli önünden rektörlüğe gitmekte olan Prof. Dr. Hüsnü Göksel Yardımına koşar, elleri ve elbiseleri kan kırmızı olmuştur, Nuray'ın atardamarına bastırır hekim parmağını, yaşam donmasın diye. Nuray, ölüme birkaç gün direnebilir ancak.”
Ceyhun Atuf Kansu , o günlerde şu dizelerle dile getirir, Göksel'in insancı yaklaşımını:
''Sevgili doktor Hüsnü
Tut boyun damarını
Ölümün karanlığına kapa
Sabah ışığına aç gözlerini
Kızımın, bacımın, güzelimin.
Tut ki dolansın daha kan
Mayıs yeli saçlarında
Bir daha açsın kiraz dalı
 Işısın kar yıldızı bir daha
 Kızımın, bacımın, güzelimin.
Tut ki belki yarın
Bir kan gülüyle dönüp gelecektir.
Bahçesine yaşamanın  
Beynin bahar düzeni
Kızımın, bacımın, güzelimin.''

AMERİKA
1956 yılında doçent olduktan sonra 1 yıl sonra Hüsnü Göksel Amerika’ya gider. Üç yıl kalacağı bu ülkede çalışmalarını New York’taki Columbia Üniversitesi’nde sürdürecektir.
Amerika’da iken ayrıca ULUS GAZETESİ’NİN New York muhabirliğini de üstlenmiştir. Gazeteci kimliği ve Amerikan Haber Ajansı kartıyla kimselerin gidemeyeceği platformlara toplantılara girer çıkar.
EDITH PIAF
Amerika’daki ilginç hatıralarından birisi de Kaldırım Serçesi olarak da tanınan Edith Piaf ile yaşamış olduğudur.
Biletinin çok pahalı olduğunu ama ona rağmen gitmek isteyip de göremediği Edith Piaf ile ilginç bir şekilde rastlaşır.
“O gece bizim gidemediğimiz konserin yarısında safra kesesi krizi tutmuş. Bizim hastaneye kaldırmışlar. Acil ameliyata alınmış. Çıkan parça sıraya göre bana düşmüş. Safra kesesini pensetle kavanozdan çıkardım. Avucuma aldım. Küçücüktü. Taş doluydu. Güldüm kendi kendime. Her ne kadar ben Edith Piaf’ı yakından görmeyi çok istemişsem de böyle avucumun içine alacak kadar yakınlık düşünmemiştim.
İşim bittikten sonra odasına gittim. Geçmiş olsun dedim. Çok yakından görebilmiştim sonunda onu.”
   
YEŞİL AMELİYAT GİYSİLERİ
Amerika’dan gelirken ameliyathanede hekimlerin ve hastaların giyeceği giysilerin kullanılacak örtülerin örneklerini alıp getirir. Başasistan iken ameliyathanelerin dekorasyonu ve aksesuarlarıyla ilgili düşüncesini de fahri asistan Yüksel Bozer’e açar.
Yüksel Bozer; yeğeni Yağmur’un Sümerbank Genel Müdür Yardımcısı olduğunu söyler. Kalkıp birlikte Sümerbank’a giderler. Bize şu kumaştan, şu renkten lazım derler. Kaç metre diye sorulunca da “30 km.” derler. Yağmur bey ilk başta biraz şaşırır ama bu kadar ciddi konuşan doktorların heyecanını da paylaşır ve tüm fabrikaları durdurup yeşil pamuklu kumaş dokunmasına karar verir. Parasının nereden çıkacağı bile belli olmadan bu idealist çalışmaya destek verir. Kumaşların hazırlanmasından sonra Hüsnü Göksel Yardımseverler Derneği’ne gider. Atölyelerde dikilmesi için anlaşır. Sıra bu yapılanların hastanelerde kullanılmasına gelmiştir. Bu konuda Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Nusret Fişek arkasında durmuş, bu giysi ve örtüleri Türkiye’nin tüm hastanelerine göndermek üzere almıştır. Herkes çok mutludur. Bütün uzmanlar, asistanlar, herkes. Yalnız profesörler hoşlanmaz bu işten. Ayrıcalıklarına dokunulmuş gibi algılarlar konuyu. Ortak bir formayı giymeyi kendilerine yakıştıramayanlar vardır içlerinde hala. Ama bir süre sonra tüm hastanelerde bu uygulama rutinleşir. İşte o gün bu gündür Türkiye’deki bütün hastanelerde bu yeşil ameliyat giysileri, maskeleri ve takımlar kullanılmaktadır.
İKİ KİŞİYİ KISKANDIM
''İki kişiyi kıskandım ömrümde. Biri Fred Aster, onun gibi dans edemediğim için; öbürü Anton Çehov, onun gibi yazamadığım için. 1950'lerin ikinci yarısında, asistan iken New York Times'ın kitap ekinde Çehov'un İngilizcede yeni yayımlanan bir yapıtı üzerine bir yazı gördüm. Yapıtın başlığı 'Her doktorun anlatacakları vardır.' gibi bir şeydi. Çehov'un hekim olduğunu biliyordum, yadırgamadım. Ama bu başlık bana esin kaynağı oldu. Hekim olarak benim de o zaman henüz çok kısa olan meslek yaşamımda anlatacak bir şeylerim vardı ve kuşkusuz ilerde de olacaktı.”
DİPNOT: *İzmir'i işgal eden Yunanlıların sloganı 'Zito (Yaşa) Venizelos! ' idi.

Kaynaklar: Dr.Onur Çeçen ve  www.ttb.org.tr
 
;